“İnsanlarda eşitlik ve hoşgörü fikrini geliştirmek için yola çıktı. 2012’den bu yana 40 ülkedeki farklı etnik gruplardan kadınları fotoğrafladı. Projesini UNESCO destekledi ve kitaplaştırdı. Çalışması dünya basınında büyük ilgi gören Ivanova; kendini ‘yazar, fotoğrafçı, insanlığı tüm çeşitliliğiyle inceleyen tutkulu bir insan, bir kadın ve Rus’ olarak tanımlıyor. 12 yıldır yaşadığı Paris’i çok seviyor. Huzurlarınızda Natalia Ivanova ve The Ethnic Origins of Beauty’nin kısa hikayesi…

Basın fotoğrafçıları Vietnam Savaşı, Afrika’daki açlık fotoğraflarıyla ciddi bir kamuoyu yaratmıştı. Siz de altı sene TASS’ta (Rus Haber Ajansı) çalıştınız. Bu alanın özel bir sorumluluğu var mı sizce?
Günümüzün en ustalıkla çekilmiş, en efsanevi fotoğraflarına baktığımda hissettiğim şu; foto muhabirleri ölüm, savaş gibi korkunç olaylar üzerine çalışırken bile konunun gerçek anlamından, ileteceği mesajdan ziyade estetik tarafıyla ilgileniyorlar. Aklım ve ruhum, böyle anlarda, gözlerimin hissettirdiğiyle tamamen farklı duygular içinde oluyor. Gözlerim bu muhteşem, ustalıkla yakalanmış karelerden haz alıyor fakat fotoğrafın içeriği derin bir insanlık trajedisi. Bu tür işler bizleri korkunç şeylere bakmaktan zevk almanın çelişkisine düşürüyor. Bana kalırsa muhabirler öncelikle savaş esnasında neler olduğunu, çatışmayı -evet sanatçı gözüyle fakat moda veya reklam sektöründeki gibi aşırıya kaçmadan- yansıtmalılar.
Gerçek savaşı yaşamış herkes, bunun bir insanın, insan doğasının ve bir toplumun başına gelebilecek en iğrenç, en korkunç şey olduğunu söyler. Fakat bugün çoğu muhabirin, özellikle de uluslararası fotoğrafçılık yarışmalarında ödül almış olanların fotoğraflarına baktığımızda; bu insanlık dramı son derece şairane, romantik birşey olarak çıkıyor karşımıza. İşte günümüzdeki basın fotoğrafçılığının bu eğiliminden hoşlanmıyorum.

2012’de bu yana devam eden bir proje yürütüyorsunuz. Bu kadar emek ve zaman isteyen bir işin çıkış noktasını merak ediyorum.
Bir çıkış “noktasından” çok, hayatımda uzun bir yer kaplayan bir süreç söz konusu. Hayatta para, şöhret, ailemi gururlandırmak için değil; yalnızca gerçekten önemli olduğunu düşünerek, ödül ya da övgü beklemeden kendimi adayarak yapabileceğim şeyin ne olduğunu anlamama yardımı olan bir dönemdir diyebilirdim. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Bunun sebebi projemin ciddi şekilde bilinir hale gelmesi değil, sonunu getirip getiremeyeceğimden bağımsız olarak bu işi yapıyor olmamın beni son derece mutlu etmesi.

Çekim yaptığınız etnik grupları, kadınları seçerken hangi kriterlerle yola çıktınız?
Seçimlerde üç kuşak aynı kökenden gelen adayları fotoğraflamaya çalıştık. Yerel etnik grupları çıkarabilmek için öncelikle etnisite ile ilgili resmi istatistikleri kullanıyoruz. Fakat politik, kültürel ve tarihi bağlamda “belirgin olmayan” pek çok etnik kimlik var. Aslında her ülkenin etnolojik haritasında böyle “belirgin olmayan” kimlikler mevcut. Zaman zaman yeni bir etnik kimliğin ortaya çıktığını veya bir diğerinin yok olduğunu gözlemliyoruz. Tüm bu “belirgin olmayan” durumlarda, kişilerin kendilerine etnik bağlantılarını sormak elimizdeki tek bilgi edinme yolu oluyor. Bu, projemizin araştırma boyutlarından biri.

İklimin göz biçimi, burun yapısı gibi fiziksel özelliklerimizi belirlediği savını çalışmanız doğruluyor adeta. Projenize bilim çevrelerinden nasıl yorumlar geldi?
Farklı ülkelerden pek çok üniversite ve bilim insanının çalışmamı kendi araştırmaları açısından yararlı bulmuş olduklarını fark etmek benim için büyük bir sürpriz ve memnuniyet kaynağı oldu. Örneğin yedi yıldır araştırmalar yürütüp çekim yaptığımız, her biri birbirinden farklı yüzlerden oluşan o koleksiyonun, bizim, tüm çeşitliliği ve farklılıklarıyla aslında koca bir bütün olduğumuz teorisini kanıtlamaya yardımcı olacağını hiç düşünmemiştim. ABD’deki Glendale Community College’dan Christopher Crossan adlı bir öğretim üyesi, son sekiz yılını Orta Doğu araştırmalarına ve insanlık tarihine adamış bir bilimci vardı. 2018 yılının başlarında benimle bağlantıya geçerek, tüm insanlığın aynı kökten, çok uzun zaman önce şu anda Orta Doğu olarak adlandırılan bölgede yaşamış tek bir kişiden geldiğine ve insanların zamanla tüm dünyaya yayılıp, ten rengi ve yüz şekli, ifadesi gibi özelliklerinin gitgide iklim şartlarına bağlı olarak değişip çeşitlendiğine dair savına kanıt olarak, projeye ait koleksiyonda yer alan portreleri kullanmak için izin istedi.
Konuşmasından bir bölüme ulaşabilmek için aşağıdaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=dmPXYyUxsJs&t=39s

Anglo-Sakson, Kuzeyli tek tip güzellik algısı sizce eskisi kadar güçlü mü? Doğal olana dönüş trendi bu kalıpları biraz gevşetmiş olabilir mi?
Bu güzellik normları elbette hâlâ geçerli ama en azından artık tek değiller. Artık çok çeşitli güzellikler görüyoruz: Avrasyalılar, Araplar, Latinler, melezler… Uzun yıllardır pek çok farklı mankenlik ajansını ve bunların yeni yüzler seçişlerini takip ediyorum. Günümüzde çok daha fazla renklilik var ve bu yalnızca etnik çeşitlilik değil. Vücut tipleri de çok farklı, gerçi bunu podyumlardan çok reklamcılık sektöründe görebiliyoruz.
Bence bu değişim, Hollywood veya Bollywood gibi, sinemanın etkisiyle olmuyor yalnızca. Dünya çapında, açıklığa, farklılıkların kabul görmesine, her bireyin eşsiz olduğu fikrine, kendi farklılıklarımızı algılayıp ardından onları beğenmeye doğru yönelen bir fikir evrimi yaşandığını düşünüyorum. Bu noktada pek de objektif olamayabilirim çünkü etnik çeşitliliği son derece fazla olan Paris’te ve bu konuda ilerici bir toplumun içinde yaşıyorum.

Çalışmanızda Türkiye’den örnek göremedim. Yakın etnik toplulukların fotoğrafları var elbette. Bize de sıra gelecek mi?
Elbette, halihazırda Türkiye’den, esasen İstanbul’dan, ön onayları tamamlanmış olup ekibimizi bekleyen pek çok adayımız var. Bunların arasında yalnızca Türk kızları değil, Uygur Türkleri, Boşnaklar, Çerkezler ve diğer etnik gruplardan insanlar var. İstanbul’a gelişimiz ve çekimlerin organizasyonu konularında, bir kişi veya kuruluş olabilir, desteğe ihtiyacımız var. Derginizde yayımlanacak bu röportajın hem Türk güzelliğini hem de Türkiye’deki çeşitliliğin güzelliğini kısa sürede projemizde yansıtmamıza yardımcı olacağını ümit ediyorum.

Projenin en önemli geri bildirimi farklılıklarımızın ne kadar güzel olduğu, dünyamızda her şeyin o kadar da kötü olmadığı, gezegenimizde hepsi birbirinden farklı ama eşit ölçüde önemli pek çok güzellik olduğunu ortaya koymanın verdiği mutluluk oldu. Projemizin tüm çeşitliliği ve farklılıklarıyla aslında koca bir bütün olduğumuz teorisini kanıtlamaya yardımcı olacağını hiç düşünmemiştim.

Wim Wenders bir röportajında “bugün fotoğrafçılık hiç olmadığı kadar canlı ama hiç olmadığı kadar ölü. Fotoğrafı renklendirip tersine çevirmenin yaratıcılıkla bir ilgisi olmayabilir” diyor. Katılıyor musunuz?
Fotoğrafçılıkta ve görsel sanatlarda dijital olanakların artışını, genel olarak, kendini ifade etmek için yeni bir yöntemin, yeni tekniklerin doğuşu olarak görüp, çok olumlu buluyorum. Bu canlı ya da ölü olmak değil, yalnızca yeni yöntemler meselesi. “Geleneksel yollarla üretilmiş” sanatın büyük bir kısmı da bir ruh yansıtmıyorsa ölü kabul edilebilir. Dijital kalem, dijital fotoğraf makinası mı, yoksa klasik boya ve fırça mı kullandığınızın
önemi yoktur.

*Bu yazı, 2019’da Plasticus dergisinde yayımlanmıştır.
Aslı Delikara